Yeni Hikâye: Yasuo ve Riven 2. Bölüm





- II -
Yargıçlar girdikten sonra gökteki bulutlar aralanmıştı. Salonun gerisindeki kapılar yeniden açıldığında, Riven içi köy halkıyla dolu olan salonun kör edici bir günışığı huzmesiyle yarılmasını seyretti. Salonun eşiğinden içeri adım atması, içindeki durağan havayı tutulan nefesin verilmesi gibi hareketlendirdi.
Kapılar arkasından kapandı. İki savaşçı rahip onu kalabalığı ikiye bölen geniş koridordan geçirdi. Sonra toplantı salonu yine tavanın tepelerindeki kıvrımlı pencerelerin ve yüksek tavana asılı fenerlerin biraz aydınlattığı bulanık loşluğa gömüldü. Shava Konte'nin yanından geçerken, kadıncağızın zorlukla yutkunduğunu gördü.
Kendisini salondakilerin gözünden görebiliyordu. Beyaz saçları taş hücresindeki samanların üstünde uyuduğu rahatsız uykudan keçeleşmiş bir kadın. Bir yabancı. Bir düşman. Noxus'un bir evladı.
Bitkinlik kemiklerine, giysilerini hâlâ lekeleyen tarla çamurunun kumaşa işlediği gibi işlemişti. Ruhu bile kaskatı ve yamru yumruydu ama bakışları taburede oturan yaşlı adama takıldığında biraz daha dik oturdu.
Karşısındaki kürsüye oturmuş olan üç yargıcı inceledi. Ortadaki ciddi yargıç Riven'ın kelepçeli halde ayakta durmamasını, oturmasını işaret etti.
Riven büyüyle şekillendirilmiş ahşaptan sandalyeye oturmayı reddetti. Mübaşirin, yaşlı çiftin tarlasına gelen binicilerin lideri olduğunu gördü. Adamın ince dudaklarında aynı kibirli gülümseme vardı.
“Keyfin bilir, sana zor olur.”
Sandalyeye memnun bir tavırla kendisi yerleşti. Ortadaki yargıç mübaşire azarlayıcı bir bakış attıktan sonra Riven'a hitap etti.
“Buralı olmadığını biliyorum. Buranın lehçesi çapraşıktır. Birbirimizi daha iyi anlamamız için ortak dilde konuşacağım.”
Çoğu Noxus'lu gibi Riven da emir ve komut vermeye yetecek kadar Ionia ortak dili biliyordu ama ülke topraklarının kendisi gibi her köyün de sakinlerinden gelen özgün bir aksanı vardı. Yargıcı başıyla onaylayıp bekledi.
“Adın nedir?”
“Riven,” dedi Riven. Sesi çatlıyor, boğazından hırıltıyla çıkıyordu.
“Su getirin.”
Mübaşir kalkıp bir matara su aldı, Riven'a uzattı. Riven mataraya baktı ama almadı.
Yanda oturan yargıçlardan biri masaya eğilerek “İçinde sadece su var çocuğum,” dedi. “Seni zehirleyeceğimizden falan mı korkuyorsun?”
Riven başını iki yana sallayarak teklifi reddetti. Daha fazla yardım almadan konuşmaya kararlı şekilde boğazını temizledi. Mübaşir matarayı ağzına dayayıp koca bir yudum aldı, su ağzının kenarından sızdı. Riven görsün diye dişlerini göstere göstere, zaferle sırıttı.
Yargıç araya girip Riven'ın dikkatini yeniden cüppeli üç siluete ve salona toplanmış olan kalabalığa çekerek “Bu konseyin karşısına çıkarılma nedenin,” dedi, “İfadeni dinlemek istememiz.”
“Hüküm giymeyecek miyim?”
Yargıç şaşkınlık belirtisini son anda engelledi.
“Senin geldiğin yerde adalet nasıl işliyor bilmem ama biz burada, adaletin her şeyden önce anlayış ve aydınlanmayla tecelli edebileceğine inanırız.” Küçük bir çocukla konuşurmuş gibi konuşuyordu. “Bu topluluk için son derece önemli olan bir olay hakkında bilgin olduğunu düşünüyoruz. Bu bilgi bir suç işlediğini ortaya koyarsa, bu suça göre hüküm giyip cezalandırılırsın.”
Riven önce yargıca, sonra Asa'ya, sonra tekrar yargıca baktı. Noxus'ta adalet genellikle dövüşerek sağlanırdı. İnsan şanslıysa, karar hızla ve silahın keskin ucuyla verilirdi. Riven yargıca temkinli bir bakış attı. “Ne öğrenmek istiyorsunuz?”
Yargıç arkasına yaslandı. “Nerelisin Riven?”
“Hiçbir yerli değilim.”
Riven yargıcın gözlerinin kısıldığını görünce, kafa tutuyormuş gibi anlaşıldığını fark etti. Şahin burunlu yargıç, vereceği cevabı yumuşatmak için duraksadı. “Bir yerde doğmuş olmalısın.”
“Trevale'de bir çiftlikte doğdum.” Riven yaşlı adama baktı. “Noxus'ta,” diye itiraf etti.
Mahkûmu duymak işin sessizliğe gömülmüş olan salon, bu cevap üstüne topluca bir nefes aldı.
“Anlıyorum,” diye devam etti yargıç “Ama artık orayı yurdun olarak görmüyorsun.”
“Yurdunuz sizi öldürmeye çalışırsa, yurdunuz olarak kalabilir mi?”
“Sürgündesin o zaman.”
“Sürgün olmak, oraya dönmek istediğim anlamına gelir.”
“İstemiyor musun?”
“Noxus artık eskisi gibi değil.” Riven'ın sesine sabırsızlık karışmaya başlamıştı. “Bu soruları geçebilir miyiz?”
Yargıç Riven'ın asabını bileklerindeki kelepçelerden daha çok bozan bir sükûnetle “Öyle olsun,” dedi. “Noxus filosuyla geldin değil mi?”
“Öyledir herhalde.”
“Nasıl geldiğini bilmiyor musun?” Yargıcın kafası karışmış gibiydi.
“Hatırlamıyorum,” dedi Riven. Kalabalığa baktı, gözünün ucuyla Shava'nın bakışlarını yakaladı. Yaşlı kadın da benzer bir soru sormuştu. Riven başını iki yana salladı. “Ne önemi var ki? Savaş oldu. Bir sürü insan öldü. Bu kadarını biliyorum.”
Riven'ın sözleri, toplanmış kalabalığın içini yakan közlenmiş savaş anılarını alevlendirdi. Hepsi bir anda ayağa kalkmaya çalışırken birbirlerine omuz atıp itiştiler, bağrıştılar.
Biri aniden “Noxus'lu pislik! Oğlum senin yüzünden öldü!” diye haykırdı.
Küflenmiş bir yumurta meyvesi havada uçup Riven'ın boynuna çarptı. Meyvenin mayalanmış suyuyla posası gömleğinin içine ıslak ıslak aktı. Havayı çürük kokusu kapladı ama Riven bu ölüm rayihasının onu uzun zaman önce yaşadığı o anlara döndürmesine izin vermedi. Gözlerini kapayıp, aralık dudakları arasından soluk alıp verdi.
Bunu gören kalabalık çileden çıktı. Riven dışarıdan, bu insanların başına gelenler hakkında hiçbir şey hissetmiyormuş gibi göründüğünün farkındaydı. Kendi kendine “Lütfen,” diye fısıldadı ama durmalarını mı rica ediyordu, yoksa zorlukla kontrol edebildikleri öfkelerinin tamamını ondan çıkarmalarını mı teşvik ediyordu emin değildi.
Yanıt olarak, mevsimi geçmeye başlamış bir sürü yumurta meyvesi taş zeminde patladı. Biri dizinin arkasına isabet etti. Tökezledi, bağlı elleriyle dengesini kurmakta zorlanıyordu.
Yargıç tüm heybetiyle ayağa kalktı. Oturan köy halkının ve Riven'ın tepesinden bakıyordu. Kestane ağacından küreyi yuvasına dan diye vururken yargıç cüppesi havada dalgalandı. Kalabalığın altındaki ahşap sıralar, yargıcın iradesine tepki vererek gerildiler, gacırdayıp esnediler.
“Salonda sessizlik istiyorum!”
Azarlanan köylüler sustu.
Yargıç kendine biraz daha hâkim olarak “Evet Riven, konsey o dönemi hatırlıyor,” dedi. “Pek çok Ionia'lı... ve Noxus'lu... hayatını kaybetti. Peki ya sen?”
Bu soru Riven'ın da aklından bir türlü çıkmıyordu. Bir sürü insan ölürken kendisi neden kurtulmuştu? Tatmin edici bir cevap bulamıyordu. “Görünüşe göre bana bir şey olmamış,” dedi alçak sesle.
“Öyle.” Yargıç soğuk soğuk gülümsedi.
Riven, yas içindeki kalabalığı yatıştırmak için söyleyebileceği pek bir şey olmadığının farkındaydı. Onlara gerçeği borçluydu ama gerçeği kendisi bile bilmiyordu. O döneme ait hatıraları paramparçaydı. Başını eğdi.
“Hatırlamıyorum,” dedi.
Yargıç sorgulamaya ara vermedi. Riven biliyordu ki yargıç susar susmaz odada için için kaynamakta olan öfke birden taşacaktı.
“Ne zamandır bu ülkedesin?”
“Hatırlamıyorum.”
“Bu köye nasıl geldin?”
“Hatırlamıyorum.”
“Daha önce buraya gelmiş miydin?”
“Hatır...” Riven tereddüt etti ama net bir cevap vermesini sağlayacak anı yakalayamadı. “Hatırlayamıyorum.”
“Üstat Souma'yla tanıştın mı?”
Bu isim Riven'ın içinde bir şeyler uyandırdı. Bir hatıranın hem keskin hem bulanık anısı zihninden kayıp gitti. Bir zamanlar geçmişinin durduğu boşluğa öfke doldu. İhanete uğramıştı. İhanet etmişti.
Riven bıkkınlıkla “Hatırlayamıyorum!” diye bağırdı. Bileklerindeki kelepçeler şangırdadı.
Yargıç yumuşayarak “Savaş pek çok şeyi kırıp bozar,” dedi. “Bazılarını gözle göremeyiz.”
Riven bu sözlerle aydınlanınca biraz yatıştı. Eskisinden daha sakin bir tavırla “Hatırlayamıyorum,” dedi.
Yargıç başını salladı. “Senin hatırlayamadıklarını hatırlayıp anlatacak başka birileri olabilir.”

Riven yaşlı adamın, jürilerin önüne konmuş bir tanık sandalyesine doğru yavaş yavaş yürüyüşünü seyretti. Kaşlarındaki asi telleri düzeltmeye çalışırken elleri titriyordu.
Yargıç “Asa Konte,” dedi, “O-fa, bugün bilginizi bizimle paylaşacağınız için teşekkür ederiz.”
Yaşlı adam başıyla onay verdi.
“Riven adlı bu kadını tanıyor musunuz?” diye sordu yargıç.
“Evet,” dedi yaşlı adam. “Bize geçtiğimiz yağmurlu mevsimin başında geldi.”
“Size mi?”
“Eşim Shava'yla bana.”
Yargıç hâlâ salonun önlerindeki bir sırada rahatsız rahatsız kımıldanmakta olan Bayan Konte'ye baktı. Eliyle Riven'ı işaret etti.
“O mu sizin evinize geldi?”
Yaşlı adamcağız “Şey, aslında onu tarlamızda buldum,” dedi süklüm püklüm. “Gece danalardan biri kaçmış. Şafak vakti onu aramaya çıktım. Dana yerine onu buldum.”
Kalabalıktan şaşkınlık ve endişe mırıltıları yükseldi.
“Casus!”
“Başkaları da gelir kesin!”
“Kendimizi korumalıyız!”
Yargıç uyarırcasına elini önündeki küreye koydu. Oda sessizleşti. “Ne istiyordu, Bay Konte?”
Yaşlı adam kaşlarını yine düzeltip Riven'a bir bakış attı. Gözleri özür diler gibiydi.
“Ölmek istiyordu sayın yargıç,” dedi alçak bir sesle.
Yargıç öne eğildi.
“Yağmurlu mevsimin başıydı,” diye devam etti Asa. “İliklerine kadar ıslanmış, çamura batıp çıkmıştı. Bir deri, bir kemik, bir de o kemiklerin üstündeki inatçı Noxus kaslarından ibaretti.”
“Noxus'lu olduğunu biliyor muydunuz?”
“Yanında silahı vardı. Kılıç. Kınına ana diliyle bir şeyler işlenmişti. Hiçbir Ionia'lı öyle bir silah taşımazdı.”
Yargıç dudaklarını büzdü. “Bay Konte, işgal sırasında ağır kayıp verdiniz mi?”
“Verdik, sayın yargıç,” dedi yaşlı adam. Karısına baktı. “İki oğlumuzu kaybettik.”
“Kadına ne yaptınız?”
Yaşlı adam derin bir nefes aldı.
“Onu eve, Shava'nın yanına götürdüm,” dedi.
Salonda yine yükselen mırıltılar, yaşlı adamın bunca acımasız bir düşmana merhamet göstermiş olmasını sorguladı. Her bir yüzde bir kayıp hikâyesi vardı. Köyde savaştan zarar görmeyen kimse kalmamıştı. Yaşlı adam başını kaldırdı. Kalabalığa dönüp, kalplerindeki sertliğe karşı durdu.
“Gökyüzü oğullarımın... evlatlarımın kemiklerini çoktan temizledi. Kaybettiklerimiz, üzüntümüzden kendimizi onların yanına gömmemizi isterler miydi?”
Riven, yaşlı adamla karısının birbirlerine anlamlı anlamlı baktıklarını gördü. Shava'nın gözleri irileşip nemlenmişti.
“Onları kaybetmeye hazır değildik ama...” Yaşlı adamın sesi titredi. “Ama yaşam devam ederken, kendimizi geçmişe hapsetmenin kimseye faydası yok.”
Shava alt dudağını ısırıp, yaptıkları seçimi kınayabilecek kişilere meydan okurcasına oturduğu yerde dikleşti. Asa kalabalığın bakışlarına arkasını döndü. Tabure altında gıcırdadı. Yargıca baktı.
“Evden o kadar çok ölü çıktı ki bir kişi daha eklemeyi yüreğim kaldırmadı,” diye açıkladı. “Kızı yıkayıp pakladık ve elimizdekileri ona barış içinde sunduk.”
Yargıç hislerini belli etmeden başını salladı. Riven yargıcın üstündeki giysileri inceleyişini, kıvrık yenleri ve paçaları zihninde açışını seyretti. Aklından neler geçtiğini biliyordu. Yaşlı kadın giysileri getirdiğinden beri kendisi de aynı şeyleri defalarca düşünmüştü. Giysiler ondan bir kafa uzun, genç bir adam için dikilmişti. Belki Shava'nınki gibi bir gülümsemesi, belki Asa'nınki gibi iyilikle bakan gözleri vardı.
Riven'a sürekli kendi zayıflığını hatırlatıyorlardı. Yıllar boyunca Noxus'un gücüyle yaşanıp ölündüğünü gördüğü halde onların sunduğu kırılgan barış umudunu kabul etmiş, bu umudu ve kendi ailesi olmuş olabilecek bir aileyi giyinmişti.
“Gücünü toplayınca tarlalarda çalışmak istedi,” diye devam etti yaşlı adam. “Karım da ben de yaşlıyız. Yardımı çok makbule geçti.”
“Karınız ya da siz canınızdan endişe etmediniz mi?”
“Kız Noxus'un lafını bile duymak istemiyor. Noxus'tan nefret ediyor.”
“Bunu size kendisi mi söyledi?”
“Hayır,” dedi yaşlı adam. “Geçmişi hakkında hiçbir şey söylemedi. Shava bir keresinde sormuştu, cevap bile vermedi. Ona acı verdiğini görünce bir daha da sormadık.”
“Hiçbir şey söylemediyse, memleketi hakkındaki duygularını nasıl anladınız?”
Asa Konte ihtiyar gözlerini sildi. Riven yaşlı adamın yüzünden, sanki bu sözleri aktarmaya hakkı yokmuş gibi bir sıkıntı geçmesini seyretti. Yaşlı adam çevresindeki seyircilerin aniden farkına vararak çabuk çabuk konuştu.
“Ateşi varken rüyalarında sayıkladı, sayın yargıç.” “Bize geldiği geceydi. Ona ait olan, çok önemsediği bir şey kırılmıştı. Bunun işin Noxus'a isyan ediyordu.”
“Bahsettiği bu nesneyi biliyor musunuz?”
“Sanırım biliyorum, sayın yargıç.” Yaşlı adam başını yavaş yavaş salladı. “Kılıcının kabzasındaki topuz, kınına bağlanmıştı. Dört gün önce bağları çözdüğünü gördüm. Kılıcın bıçak kısmı kırılmıştı.”
Riven o gün kendisini sadece ahırda fare tutan şişman kedinin seyrettiğini sanmıştı.
Noxus silahlarının kalitesine ilişkin alaycı yorumlar kalabalığın arasında yılan gibi kıvrıldı.
“Peki bu bilgi üzerine ne yaptınız Bay Konte?”
“Kılıcı tapınağa götürdüm.”
Yargıç başını yana eğerek yırtıcı kuş burnunun ucundan yaşlı adama baktı. “Ne için?”
“Rahipler tamir edebilir diye umuyordum. Kılıç tekrar bir araya gelirse, geçmişin onu kovalayan hayaletleri de belki azalır diye düşünüyordum.” Yaşlı adam, arkasında ayaklanan kalabalığa karşın Riven'a ve ellerini bağlayan zincirlere bakmaya devam ediyordu. “Belki şimdiki hayatında biraz huzur bulur dedim.”
Yargıç kalabalığı soğuk bakışlarıyla susturarak “Bilgilerinizi konseyle paylaştığınız için teşekkür ederim Bay Konte,” dedi. “Başka sorumuz yok.”
Rulosu açılmış bir parşömene göz atıp mübaşire baktı.
“Silahı getirin.

Riven iki tapınak rahibinin üstüne uçuk mor bir kumaş serilmiş ahşap bir tepsiyi içeri getirip yargıç konseyinin önündeki masaya dikkatle bırakmasını seyretti. Rütbesi ahşap omuzluklarıyla göğüs zırhının kakmalı kenarlarından belli olan bir savaşçı rahip öne çıktı.
“Göster,” dedi yargıç.
Savaşçı rahip uçuk mor kumaşı çekince, kendisi de kını da uzun bir kalkandan daha büyük olan bir silah ortaya çıktı. Kına Ur-Nox dilinin sert harfleriyle oymalar yapılmıştı. Harflerin dik açıları ve keskin çizgileri, Ionia'nın akıcı yazısıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Ama yargıçların ilgisini kılıç çekmişti. O kadar kalın ve ağır bir silahtı ki değil karşılarında duran genç kadının ince bileklerini, kaldırmaya çalışacak bir tapınak rahibinin iyi çalıştırılmış kolunu bile kıracak gibi görünüyordu. Hatta Riven da silahı ilk gördüğünde aynı şeyi düşünmüştü.
Silahın kesici kısmı artık bütün halinde değildi, metal sanki devasa pençelerle öfkeli parçalara bölünmüştü. En büyük beş parça kendi başına bile ölümcül olurdu ama her ne kadar kırık ve darmadağın olsa da tamamının yumuşak Ionia kumaşı üstüne dizilmiş hali cidden dehşet vericiydi.
Yargıç Riven'a baktı. “Bu silah sana ait.”
Riven başıyla onayladı.
Yargıç kendi kendine “Bu kadar parçalanmış halde kullanılması zordur herhalde,” dedi.
Kalabalıktan alaycı gülüşler geldi.
Savaşçı rahip durduğu yerde huzursuzca kımıldandı. “Bu silah efsunlanmış, sayın yargıç. Noxus'lular kesici kısma büyü hapsetmişler.” Sesinde ağır bir iğrenti vardı.
Riven yargıcın rahibi dinleyip dinlemediğini anlamıyordu. Yargıç dalgın dalgın başını sallarken, bakışları silahın üstünde gezindi ve sonunda Riven'ın bulacağını bildiği, doldurmaya çok uğraşıp dolduramadığı boşluğu buldu. Yargıcın şahin burnu seğirdi.
“Bir parçası eksik.”

Genç bir tapınak çömezi çekine çekine toplantı salonundakilerin karşısına çıktı.
“Çömez, bu silah Bay Konte'nin tapınağa sunduğu silah mı?” diye sordu baş yargıç.
“Evet, sayın yargıç.”
“Mahkemeye haber veren sen miydin?”
“Evet, sayın yargıç.”
“Bu silahın bizi ilgilendireceğini nereden bildin?”
Riven çömezin, ellerini cüppesinin uzun kollarına sildiğini gördü. Yüzü bayılacakmış ya da taş zemine istifra edecekmiş gibi bembeyazdı.
Yargıç “Çömez?” diye üsteledi.
“Ben bir kemik yıkayıcıyım, sayın yargıç.” Sözler genç adamın ağzından langır lungur dökülmeye başladı. Elleri, erimiş balmumu gibi iki yanından sarkıyordu. “İhtiyarların kemiklerini yıkarım. Kemikleri gökyüzüne bırakıldıktan sonra onları toplayıp hazırlarım.”
“Kemik yıkayıcıların ne yaptığını biliyorum, çömez. Bu silahla ne alakan var?”
“Bıçağı aynı.”
Yargıcın yüzünden bir an kafa karışıklığı okundu. Aynı şaşkın bakış gözden göze iletilerek kalabalığı dalgalandırdı. Fakat Riven'ın tedirginlikten tüyleri diken diken oldu.
“Yani demek istiyorum ki Üstat Souma'nın zamanı dolduktan sonra kemiklerini tapınak için hazırladığım zamankiyle aynı.” Çömezin gelişigüzel açıklamalarını çoğu kişi anlamamıştı. Çömez konuşmaya devam etmek yerine cüppesinin bir kıvrımından ufak, ipek bir kese çıkarıp uzun parmaklarıyla ağzının düğümlerini çözmeye başladı. Keseden bir metal parçası çıkarıp uzattı. “Bu metal, sayın yargıç. Kırık kılıcınkiyle aynı.”
Çömez aceleyle yerinden ayrılıp yargıca yaklaştı. Yargıç gencin uzattığı parçayı aldı, parmakları arasında evirip çevirdi. Metalin kırık kılıca olan benzerliği uzaktan bakınca bile anlaşılıyordu.
Riven'ın nefesi tıkandı. Geçmişinin aradığı ve bulmaya çalışmaktan vazgeçtiği parçası karşısında duruyordu. Birazdan birleşecek, zihninin karanlık ve unutulmuş bir köşesini aydınlatacaktı. Riven'ın içinin derinliklerinde taşıdığı suçluluk sonunda su yüzüne çıkacaktı. Riven kendisini birazdan başına geleceklere hazırladı.
“Bunu nereden buldun?” diye sordu yargıç.
Çömez boğazını temizledi. “Üstat Souma'nın boyun kemiklerinin arasında.”
Toplantı salonu bir ağızdan iç çekti.
“Bunu neden daha önce göstermedin?” Yargıç gözlerini kısarak hedefine odaklandı.
Çömez, Riven'ın kılıcının yanında duran savaşçı rahip dışında herhangi bir yere bakmak için olağanüstü çaba sarf ederek “Gösterdim,” dedi. “Ama ustam önemsiz olduğunu söyledi.”
Yargıç, savaşçı rahibe bakmakta hiç sorun çekmedi.
“Yaklaş,” diye emretti. Eğri büğrü metal parçasını savaşçı rahibe uzattı. “Diğerlerinin yanına koy.”
Savaşçı rahip çömezine kötü kötü baktı ama verilen emre de uydu. Riven'ın kılıcına yaklaşırken son anda yargıca döndü. “Sayın yargıç, bu silahta kara büyü var. Parçanın ortaya ne çıkaracağını bilemeyiz.”
“Devam et.” Yargıcın sözleri karşı çıkılacak gibi değildi.
Savaşçı rahip geri döndü. Dövülmüş metal parçasını alıp kırık kılıcın ucuna en yakın yere yerleştirirken, toplantı salonundaki tüm gözler onun üstündeydi.
Silah sessiz duruyordu.
Yargıç nefesini verirken hafifçe iç geçirdi. Riven ise yaşlı adamla karısını seyretmeye devam etti. Umutlarının sadece bir an daha yaşayabileceğini biliyordu. Bunu kabul edemeyecek, bu dünyada kendisi gibi paramparça birine yer olduğuna inanacak kadar zayıf davranmıştı. En çok üzense, geçici masumiyeti karşısındaki rahatlamalarıydı. O anda onun hakkında inanmakta oldukları iyi şeylerin yalan olduğunu bildiği için mahvoluyordu. Geçmişinin gerçekleri, tüm kılıçlardan daha keskin ve acı vericiydi.
Riven kılıcın uğuldamaya başladığını duydu. “Yapmayın ne olur,” diye seslendi. Salondaki konuşma sesleri arasından sesini duyurmakta zorlanıyordu. Kelepçelerini zorladı. “Lütfen, dinleyin beni.”
Titreşim arttı. Artık işitilebiliyor ve hissedilebiliyordu. Köy halkı panikledi, gerilere kaçmak için itişmeye başladılar. Yargıç hemen ayağa kalktı, kırık kılıcın durduğu masaya uzandı. Masanın kenarı uzayıp kıvrılmaya başladı. Ahşap, silahın üzerine yeni, yeşil dallar uzattı. Ama Riven, büyünün dayanmayacağını biliyordu.
“Herkes yere yatsın!” diye bağırdı ama kılıcın sesi gürleştikçe herkesin sesini, hatta tüm sesleri boğdu.
Sonra biriken tüm güç, rün enerjisi ve ahşap kıymıkları saçarak patladı. Ayakta duran herkes şiddetli bir rüzgârla yere devrildi.
Yerdekiler, başlarını Riven'a çevirdiler.
Riven'ın dudakları buz gibi, yanakları kıpkırmızıydı. Zihninde gezinen hayaletler canlanmış, gömdüğü anılar günışığına çıkmış, gözlerinin önünden birer birer geçiyorlardı. Her biri Ionia'lı çiftçiler, birilerinin oğulları, kızları, bu köyün Noxus'a boyun eğmeyen insanlarıydılar. Ona bakıyorlardı. Onu yargılıyorlardı. Suçunu biliyorlardı. Kendi askerleri, kardeş gibi olduğu silah arkadaşları da oradaydı. Kendilerini imparatorluğun şanı için seve seve feda ederlerdi. Ama Riven onlara karşı görevini yerine getirememişti. Onlara yuvaları olma sözü ve bir amaç veren Noxus'un bayrağı altında komuta etmişti. Sonunda ihanete uğrayıp, kullanılıp bir kenara atılmışlardı. Hepsi savaşın hastalıklı zehriyle can vermişti.
Şimdi bu hayaletler yaşayanların, kılıcın gücünden yere devrilmiş seyircilerin arasında duruyorlardı. Köy halkı yavaş yavaş ayaklanıyordu ama Riven hâlâ uzun zaman önce durduğu o vadideydi. Nefes alamıyordu. Burnu ve boğazı ölümle tıkalıydı.
Kendi kendine, Değil, bu ölüler gerçek değil, diye söylendi. Asa ve Shava'ya baktı. Onlar da Riven'a baktılar. Yanlarında iki hayalet duruyordu. Birinin gözleri yaşlı adamınkine, diğerinin ağzı Shava'nınkine benziyordu. İhtiyar çift birbirlerinin kollarına girmiş destek olarak dururken, geçmişin ölümlerinin çevrelerini sardığının farkında değillerdi.
“Dyeda,” dedi yaşlı kadın.
Riven o anda suçluluğunu ve utancını daha fazla saklayamaz hale geldi.
“Ben yaptım.” Sözler dudaklarından boş boş tınlayarak döküldü. Bu insanların vereceği cezayı kabul edecekti. Verdikleri hükme boyun eğip suçlarının cezasını çekecekti.
“Üstadınızı ben öldürdüm,” dedi soluk soluğa. Hırıltılı itirafı odayı doldurdu. “Hepsini ben öldürdüm.”

Hikâye yarın devam edecek. -