Yeni Hikâye: Yasuo ve Riven 3. Bölüm



-III-

Mezarlık sessizliğine bürünmüş olan toplantı salonu kalabalığın uğultusuyla canlandı. Kargaşayı duyup gelen silahlı savaşçı rahipleri, üzerlerine çullanmış olan tehlikeli büyüden kaçmak isteyen köylüleri iterek kapılardan içeri daldılar.
Şahin burunlu yargıç ayağa kalkıp ahşap küresini masaya vurdu.
“Mahkeme salonunda denge sağlansın derhal,” diye emretti.
Oda bir kere daha sessizliğe gömüldü. Devrilen sıralar kaldırıldı. Kalabalık yerlerine yerleşti. Şala bürünmüş yabancı yaralı burnunu kaşıyıp, toplantı odasının duvarlarını karartan göğüs hizasındaki yeni yanık izini incelemek için ilerledi. Bir savaşçı rahip, büyülü silaha çekine çekine yaklaştı.
Kırılmış masa bacakları arasında kılıç ve kını duruyordu. Hâlâ kırık olan parçaların arasında yeşilimsi parlayan enerji akımları atlıyordu. Savaşçı rahip eğilip kabzanın topuzuna uzandı, kılıcı iki eliyle birden kaldırırken gerçek ağırlığını hissetti. Silah parçalanmış olmasına rağmen şeklini muhafaza ediyordu.
Kalabalığın arasından biri “Bırak o lanetli şeyi!” diye bağırdı. Rahip kılıcı kınına koydu, diğer rahipler onu alıp götürmeye geldiler.
Riven “Onu ben öldürdüm,” diye tekrarladı. Ses hem ona aitti hem değildi. Geçmiş onun ağzından konuşuyordu. Odadaki yüzlere baktı. Hafızası yerine gelince, geçmişinin karanlık bir köşesini yeniden hatırlamıştı.
“Riven,” dedi yargıç.
Riven'ın dikkati kılıçtan yargıca döndü.
“Neyi itiraf ettiğinin farkında mısın?” diye sordu yargıç.
Riven başıyla onayladı.
“Neden yaptın bunu?”
“Hatırlamıyorum.” Riven'ın tek söyleyebildiği bu sözcüklerdi. Elleri bağlı olduğu için gözlerinden sessizce akıttığı yaşları silemiyordu.
Yargıç dimdik ona bakarak daha fazla gerçeğin itiraf edilmesini bekledi ama devamı gelmediğinde mübaşire işaret etti.
“Riven, seninle konuşup barışmak isteyenlerin gelebilmesi için şafağa kadar bu salonda zincirli kalacaksın.”
Riven bileklerindeki kelepçelere baktı.
“Biz de yargıçlarla birlikte parşömenleri okuyup ihtiyarlar meclisine danışarak suçuna uygun bir ceza kararlaştıracağız.”
Köy halkı salonu sessizce boşalttı. Son çıkanlar ihtiyar çift oldu. Riven bunu, Shava'nın taşralı sesiyle ihtiyar adama bir şeyler fısıldaması sayesinde fark etmişti ama yaşlı kadıncağızın sesi o kadar duyguluydu ki ne dediğini anlamamıştı. Yaşlı ayaklarını sürüye sürüye kapıdan çıktıklarını duyunca, sonunda başını kaldırdı. Odada canlı kimse kalmamıştı. Yanında sadece geçmişinin hayaletleri vardı.

Gece yarısı havası soğuk ve berraktı. Karanlık gökte yükselen dolunayın çevresinde bir don halkası vardı. Salonun hâlâ açık olan kapılarından içeri ışık giriyordu ama Riven'ı salonun arka tarafında tutan gölgelere kadar ulaşmıyordu. Gelenlerden hiçbiri gün boyunca barışmak için içeri girmemişti. Savaşçı rahipler kılıcı götürmüşlerdi ama odanın çevresini dolaşan, üstüne sivri odun parçaları saplanmış yanık izi köy halkının içeri girmesine engel olmuştu. Bazıları açık kapıdan bakıp birkaç kere daha çürük yumurta meyvesi atmıştı ama nihayetinde Riven düşünceleriyle baş başa bırakılmıştı. Bir yerden sonra uyuyakalmıştı ama doğacak olan şafağın gördüğü son şafak olacağını bildiği için hafif, rahatsız bir uyku uyumuştu. Gün doğumundan önceki saatlerde gelen hışırtılı ayak seslerini duyar duymaz anında uyandı.
Gözlerini açtı.
“O-fa,” dedi. “Burada ne işin var?”
Yaşlı adam yavaş yavaş onun yanına diz çöktü. İçinde bir sürü el aletinin olduğu yumuşak bir kumaş parçasını yere yaydı. Riven aletleri tanımıştı. Yaşlı adamın uzun demiri sabana takmak için kullandığı aletlerdi bunlar.
“Ne yapıyor gibi bir halim var çocuğum?” Ay ışığının silueti yüzündeki kırışıkları daha da belirginleştiriyordu ama birlikte oturdukları gölgelerin kasveti onu Riven'ın düşündüğü şekilde etkilememişti.
“Ölmekte amma da inat ediyorsun,” diye azarladı onu. “Denge öyle bulunmaz.”
Riven'ın el ve ayak bileklerindeki kelepçelerle uğraşmaya başladı. Riven'ın zihni adamı itip eve göndermesini söylüyordu ama öyle yapmadı. Bencil kalbi izin vermiyordu. Hayatının son anlarında yanında oturacağı kişi bu yaşlı adamsa, Riven bu anın olabildiğince uzun devam etmesini istiyordu. Birkaç dakika böyle oturdu. Sonra salonun önündeki çakıllarda ayak sesleri duydu. Asa'ya baktı. Açtığı kelepçeleri çocuk oyuncağı gibi ona göstererek gülümsüyordu.
“O-fa. Çabuk ol. Saklan hemen. Biri geliyor.” Riven'ın sesi öyle aniden ve keskin bir şekilde sertleşmişti ki tartışmanın imkânı yoktu. Yaşlı adam gölgeler arasında beklemek için yavaş yavaş bir köşeye gitti. Riven önceden çalıştığı uyuma pozunda başını eğdi. Saçlarını yüzüne döktü ama gözlerini açık tutuyordu.
Ağaçların arasından kuvvetli bir rüzgâr esti, salonun büyük kapılarının direkleri etrafında dolandı. Eşikte duran bir adamın, ay ışığı huzmesiyle çerçevelenmiş dış hatları belli oluyordu.

Yabancı şalını yüzünden tamamen çekmişti. Şal şimdi omuzlarından gevşekçe sarkıyor, kılıcının ve metal omuzluğunun hatlarını gizlemiyordu. Diğerleri gibi o da girişte durdu. Diğerlerinin aksine o içeri girdi. Ayakları taş zeminde hiç ses çıkarmıyordu. Riven'dan bir kılıç boyu uzakta durdu.
Elini sırtına atıp, üstüne sert hatlı rünler kazınmış deri bir kına uzandı. Kını tangırtıyla Riven'ın ayaklarına attı.
“Hangisi daha ağır geliyor Riven?” diye sordu. “Kılıcın mı, geçmişin mi?”
Yabancının, Riven'ın uyumadığının farkında olduğu belliydi. Riven numara yapmayı bıraktı. Başını kaldırıp, adamın gri gölgelerden ibaret yüzüne baktı. Burnundaki yara izi yine de belli oluyordu.
“Sen kimsin?” diye sordu Riven.
“Bir başka kırık kılıç,” dedi adam. “Suçunu kabul etmeye hazırsın. Bunun için sana hayranlık duyuyorum.”
Riven, adamın yüzünden kısa bir süreliğine bir duygu belirip kaybolduğunu gördü.
“Kılıcının hikâyesi bu kadar değil,” diye devam etti adam. “Olanların doğrusunu öğrenmek istiyor musun?”
“Onu öldürdüm. Benim yüzümden öldü. Hepsi benim yüzümden öldüler,” diye karşılık verdi Riven. Daha fazla yasa katlanabileceğini sanmıyordu.
“Silahını al.”
Riven doğrulup oturdu. Adamın sesindeki pes öfke hırıltısını fark edebiliyordu.
“Kalk da geçmişinle yüzleş,” dedi adam. Sesi, tartışmaya olanak tanımıyordu.
Bir rüzgâr çıktı, salonun içinde kıvrılarak sıraları geri itti ve Riven'ı ayağa kaldırdı. İçgüdüleri ve kas hafızası, genç kadının koluna yön verdi. Riven yabancıya döndüğünde, kının içindeki kılıcı tutuyordu.
“Ondan bu kılıcı yok etmesini istedim,” dedi.
Adam “Öyle mi?” diye sordu, sesi alaycıydı.
Sorduğu iğneleyici soru, Riven'ın hatıralarından birine batmıştı. Yarı yarıya hatırladığı bir hayalle ürperdi. Üstat Souma'nın sesi ne kadar sakindi. Meditasyon odasındaki hava, tütsü kokusundan ve düşüncelerden ağırlaşmıştı. Üstat Souma ne Riven'ı ne de yükünü yargılamıştı.
Riven şimdi karşısında durmakta olan yabancıya bakarken kalbindeki elem artıyor, vücudunu doldurup ellerine ilerliyordu. Kabza topuzunu sıkıca tutarak rünlü kılıcı kınından çıkardı.
Adama “Neden geldin?” diye sordu.
Kırık kılıcın içinden güç akıyordu. Kör edici ışık, duvarlara gölgeler düşürüyordu.
“Ölmek istediğini duydum.” Yabancı gülümsedi.
Riven'a musallat olan hayaletler tüm güçleriyle geri dönmüşlerdi. Riven şimdi kılıcını bütün gücüyle onlara savuruyordu. Adamın kılıcı mutsuzluğu ve hiddeti savuşturuyordu. Bu Riven'ı öfkelendiriyor, onu içinde bulunduğu ana sabitliyordu. Birbirlerinin çevresinde dans ediyorlardı. Her darbelerinde ve engellemelerinde hava vınlayıp çıtırdıyordu.
“Ustamın katilini öldürmeye geldim.” Adam sıktığı dişleri arasından hızlı hızlı soluk alıyordu. “Seni öldürmeye geldim.”
Riven gözlerinde yaşlarla güldü. “Öldür o zaman.”
Rüzgâr savaşçısı kılıcını indirip, onun yerine çevrelerindeki havaya yön vermeye başladı. Büyü doruğuna ulaştığında, adam enerjiyi rünlü kılıca odakladı. Silahın içindeki Noxus büyüleri zangırdadı. Kılıcın kırık parçaları bir anlığına ayrıldı, en uçtaki kırık yerinden çıktı.
Enerji çökünce kırık yerinden fırlayıp Asa'nın durduğu gölgeli köşeye uçtu. Bu küçücük ölüm parçası, yaşlı adamın boğazına saplanmak üzereydi. Riven'ın burnuna anılarındaki tütsü kokusu geldi. Üstat Souma'nın meditasyon odasındaydı yine.
“Hayır!” diye bağırdı. Riven, daha önce de yaşanmış olan bu olayı önlemekten aciz halde kılıcını elinden bıraktı.
Şarapnel tam yaşlı adamın yıpranmış derisine değecekken, bir hava akımı onu olduğu yerde durdurdu. Burnu yara izli yabancı kendine zorlukla hâkim olarak iç çekti. Riven'ın kırık kılıcının ufak parçası, zararsızca yere düştü.
“Bu kadar ağır soluduğunuz için çok şanslısınız Bay Konte,” dedi yabancı. Soluk soluğaydı, kendi sözleri de ağzından hızlı hızlı dökülüyordu.
Riven yaşlı adama koşup ona sarıldı. Omzunun üstünden yabancıya baktı. Adam boş elinin tersiyle terini silerken, saçı hâlâ hafif bir rüzgârla dalgalanıyordu.
Gerçekten doğruyu söylüyormuşsun.” Yabancı onların yanına gidip kılıç parçasını eline aldı. Riven yabancının öfkesinin bir kısmının anlayışa dönüşmesini seyretti. “Üstat Souma'nın ölümüne neden olmuşsun ama onu sen öldürmemişsin.”
“Özür dilerim. Çok özür dilerim.” Riven arayıp durduğu anı bulmuştu. Yeniden yaşıyordu. Çabuk çabuk, boğuk bir sesle konuşuyordu. Yaşlı adama tutunurken titriyordu.
“Yanına gittim. Ona yalvardım...” Riven duygularını kontrol edemez hale geldikçe konuşmakta zorlanmaya başlamıştı. “Bana yardım etmesi için yalvardım. Bunu ortadan kaldırmasını istedim. Beni ortadan kaldırmasını istedim.”
“Üstat Souma kılıcını yok etmeye çalışmış,” dedi yüzü yara izli adam. Onun da sesi boğuklaştı. “Ama geçmişimizi yok edemeyiz, Riven.”
Riven bir daha canlanamayacak ama ölü de kalmayacak hatıralarla yüzleşmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Artık bu yabancının da peşinde hayaletler olduğunu görebiliyordu. Adam derin derin iç çekerken, etrafında dönüp duran burgaçlar yatıştı.
“Üstat Souma'dan ben sorumluydum. O gece... orada olsam... onu koruyabilirdim. Senin niyetin onu öldürmek değildi.” Riven bunun nasıl bir şey olduğunu bilen bir savaşçının bakışlarıyla, adamın kendi suçlarının görünmez ağırlığını yeniden kendi omuzlarına yüklemesini seyretti. Adam onun gözlerinin içine baktı. “Neticede ölümü yine de benim suçum.”
“Yasuo?” Yaşlı adam yabancıya daha dikkatli bakıp, eklemleri çıkık parmağını ona doğru salladı. “Bunu dürüstçe kabul ederek çok onurlu bir şey yaptın.”
“Onurum beni terk edeli çok oldu O-fa.” Riven Yasuo'da umuda, affedilmeye karşı kendisinin de gösterdiği direnci gördü. Karmakarışık saçlı adam, ihtiyarın azarlaması karşısında başını iki yana salladı. “O zamandan beri hatalarım uç uca eklendi. Benim cezam da bu.”
İtirafı, çakılların gıcırtısıyla kesildi. Toplantı salonuna, şahin gagası burunlu bir kadın girdi. Kadın odada gezinerek bu iki kırık savaşçının arasındaki çatışmanın verdiği hasarı inceledi. Ayak seslerine bir metal şangırtısı eşlik ediyordu. Yargıç Riven'la yaşlı adamın yanından geçerken yavaşladı. Riven, kelepçelerinin anahtarının takılı olduğu deri halkayı fark etti. Yargıç yabancıyla yüz yüze gelince durdu.
İfadesiz bir sesle “Sorumluluğu üstlenmek, kefaretin ilk adımıdır Yasuo,” dedi.
“Peki ikincisi?” Yasuo'nun sesinde çaresizlik belirmişti.
Yargıçla bakışmaya devam etti. Oda durgunlaştı, nefesini tuttu.
Yargıcın alçak sesi, boş toplantı salonunda yükseliyordu. “Kendini affetmek.”
Riven diğer savaşçıya dikkatle bakıyordu. Adam, acısını dindirmesini sağlayacak sözcükleri söyleyemiyordu bir türdü. Riven uzun süre boyunca ölmek istemişti. Ama şimdi Yasuo'nun mücadelesine tanık olunca, yapabileceği en zor şeyin hayatta kalıp işlediği suçla yaşamak olduğunu anlıyordu. Yasuo şimdi ona bakıyordu. Kalıp geçmişiyle yüzleşecek miydi?
Sırtında rüzgârın ağırlığını taşıyan adam döndü, salondan çıkıp gecenin karanlığına karıştı. Riven yaşlı adamın yıpranmış ellerini sımsıkı tutuyordu.

Şafak vakti hava soğuktu ama bulut örtüsünün, ilerleyen saatlerde havanın ılık ve nemli olacağını gösterir bir hali vardı. Savaşçı rahip ve şahin burunlu yargıç Riven'ı almaya geldiklerinde, yargıç hâlâ yere düzgünce yığılmış halde duran kelepçeleri görüp ince kaşlarından birini kaldırmıştı. Riven kendi kendine ayağa kalkarak, geleceğiyle yüzleşmek için salondan çıktı.
Diğer yargıçlar, beklemekte olan köy halkını toplantı salonunun önündeki meydana topladı. Riven, içlerinden hiçbirinin kendisiyle veya rünlü kılıcıyla aynı odada durmak istemediğini farz ediyordu. Serin bir meltem, yargıcın saç örgülerini çekiştiriyordu.
“Kanıtları inceleyip ihtiyar heyetiyle görüştükten sonra, Noxus'lu kadının suçlarının cezasını çekmesine karar verdik,” diye söze girdi yargıç.
Doğduğu ülkenin adı geçince Riven'ın sırtındaki tüyler dikleşti. Shava'yla Asa'nın birbirlerine yaslanmasını seyretti.
“İdam cezasını infaz etmek kolaydır ama idam dünyanın dengesini sağlamaz,” diye devam etti baş yargıç. “Bir suçun toplumda yol açtığı hasarların tamir edilmesine faydası olmaz.”
Köy halkı ciddi ciddi baş sallayarak onayladı. Riven yüzlerine baktı ve eksik olanların çoğunun arasındaki benzerliği gördü: gençler annesiz ve babasız, yaşlılar evlatsızdı.
“Bu konsey bunun yerine daha uzun ve sert bir cezada karar kıldı,” dedi yargıç. “Sürgün Riven'a kırdıklarını tamir ettireceğiz.”
Yargıç şahin gagası burnunun ucundan Riven'a baktı.
“Ağır çalışma cezası çekecek,” diye duyurdu. “Bay ve Bayan Konte'nin tarlalarını sürerek başlayacak.”
Kalabalığa bir mırıltı yayıldı.
“Mahkeme ayrıca Riven'ın toplantı salonuna verdiği hasarları tamir etmesine ve Noxus istilası sırasında evleri hasar görüp ailesi yaralananlara yardımcı olmasına karar verdi.”
Yargıç beklenti içinde Riven'a baktı. “Bu karara uyarak yaşayacak mısın?”
Tüm gözler Riven'ın üzerindeydi. Boğazı yeni bir duyguyla tıkanmıştı. Çevresine baktı. Peşindeki hayaletler, bu cezanın açıklanmasıyla yok olup gitmemişti. Riven onların yaşayanların arasına rahatça karışmasını seyretti. Şaşırmıştı. Gördüklerini hoşnutlukla kabul etti. Kendisine verilen hediyeye layık olduğunu kanıtlayacaktı onlara.
“Evet.” Sesi o kadar boğuklaşmıştı ki kulağına yabancı geliyordu.
İhtiyar çift bunu duyunca koştu. Riven'ı sımsıkı kucakladılar. Riven onların arasında rahatladı, ona yaslandıkları gibi kendisi de onlara yaslandı.
Shava, Riven'ın kırpık saçlarına “Dyeda,” diye fısıldadı.
“Kızım,” diye cevap verdi Riven.

KEŞFET